Twitterda
dolaşırken buldum bu fotoğrafı biri paylaşmış Allah var güzel fotoğraf.
Galiba şimdi bu kadar yakışıklı değilim. İçerdeki hesabımda kalan paramı almak
için banka şubesine gittim geçen gün. Veznedeki abla beş yıl önceki kimliğime
baktı, sonra bana baktı. “İçerdeydim abla” deyince işlemimi yapmadı. Kadın
korktu resmen. “Neden abla, neden?” Dedim. “Fotoğraftaki adama benzemiyorsun”
dedi. “Ya” dedim “mapusluk” dedim “adamı eskitiyor biraz” dedim. “Haklısın”
dedi. Yine de yapmadı işlemi. Sağ olsun yan veznede vicdanı ölmemiş bir abi
vardı, “gel ben hallederim” dedi.
Neyse mesele
bu değil.
Fotoğrafı Çekene
de paylaşana da teşekkürler. Algı yönetimi de güzel, jandarma kardeşimizin
eline verilmiş kabarık boş bir dosya yığını. Benimle ilgili olan tek belge
elimdeki dürülü kağıt. Onda da suçum yazmıyordu. İçerde 57 ay geçti çıkarken
prosedür gereği gerekçeli kararda ne yazıyor diye soruyorlar. Bu sefer başka
dürülü bir kağıdı açtım. 57 ay sonra gelen Yargıtay kararında benimle ilgi
geçen tek bir cümle… Olmayan “delillerin
dosyaya gelmesi beklenmeden karar verilmesinin
sonuca etkisi görülmemiştir” İfadesini okudum. Ve bu, maalesef ülkenin nihai
yargı merci Yargıtay’ın kararı. Sen 57 ay bir karar bekle seni böyle tek
cümlecik bir ifadeyle anıp bir gerekçe gösteremeden uğurlasınlar. Olacak şey
mi! Bu görüşmede yine prosedür gereği bir psikolog da var. Adama baktım şaşkın
gözlerle yüzüme bakıyor. “Ha bi de cabasından 12 ay fazla yattım dedim.” Nasıl
yani” dedi. “Önce yatıralım sonra bir delil buluruz elbette dediler sonuç bu”
Hukuk bu
ülkede farklı dönemlerde ayaklar altına alınmıştı ama hukuksuzluklar hiçbir
zaman bu kadar pervasızca olmadı.
Memlekette
hukuk sisteminin geldiği müthiş nokta:
“15
Temmuzun arifesinde ihdas edilen sulh ceza hâkimliğinde hiçbir gerekçe
gösterilmeden tutuklanıyorsunuz. Üstüne üstlük mühim bir şahsı yakaladık
vaveylasıyla medyayı ayağa kaldırıyorlar. Boy boy fotoğraflarınızı
görüntülerinizi türlü tezviratla yayınlatıyorlar. Hakkı söylemek karşısında sus
pus olan medya mal bulmuş Mağribi gibi itibar suikastına girişiyor. Aylarca
yıllarca hakkınızda bir iddianame bile düzenlenmeden hapis yatıyorsunuz. Tüm
tahliye talepleriniz sadece bir cümlecik şablon bir ifadeyle reddediliyor,
dilekçeleriniz okunmuyor bile. Siz bilerek isteyerek hayatta tek bir karıncayı
bile incitmemişken ağır cezalarda yargılanıyorsunuz. Masumiyetinizi anlatırken
hâkim bey mahkeme salonunun tavanında örümcek ağları arıyor, savcı bey bir
bilgisayar ekranının arkasına gömülerek kendisini göstermemeye çalışıyor. Siz
duruşma sonunda tahliye edilmeyi umarken aylarca yıllarca ötelenen duruşmalar
girdabınızda buluyorsunuz kendinizi. Bu duruşmalarda hiçbir suç delili
eklenemiyor dosyanıza. Hiç kimseye ceza verilmemesi gereken bir dosyada yargılamanın
sonucunda herkes en ağır yaftalarla cezalara çarptırılıyor. Mahkemenin karar
veremediğini, kürsünün arkasında gelen birinin hâkimin masasına bir not
bıraktığını herkesin bu notta yazan cezalara çarptırıldığını gözlerinizle
görüyorsunuz. Karanlık bir elin gölgesi dolaşıyor mahkemenin üzerinde. Çağın tanığı ve bizzat mağduru olarak tanık oluyorsunuz
bu korkunç tabloya. Hukukun bilinmez bir diyara göçtüğünün farkındasınız ama
bir umut, üst mahkemelere gidip hakkınızı aramaya çalışıyorsunuz. İstinaf
mahkemesi iki yıl beklettiği dosyanızı ne suçlamaları ne savunmanızı ne de korkunç
mahkeme kararını okuyarak bir satırlık şablon bir ifadeyle reddediyor. Adaleti,
hakkı tahsis etmesi gereken son merci Yargıtay da bir gerekçeye bile ihtiyaç
duymadan üstelik hukuk tarihine geçecek korkunç bir ifadeyle “delillerin dosyaya gelmesi
beklenmeden karar verilmesinin sonuca etkisi görülmemiştir” diyerek hiçbir
somut delil sunulmadan, suçlamanın ne olduğu bile açıkça belirtilmeden, hukuk
fakültesi 1. Sınıf öğrencisinin bile yapmayacağı türlü acemiliklerle dolu olan
bir suçlamayı, cezayı onuyor. Tüm bunlar olup biterken dışarda daha hiç
sarılamadığınız çocuğunuz büyüyor. Emekliyor, yürüyor, koşuyor, kapalı görüş
camlarının önünde beklemeyi öğreniyor. Ve tüm bunlar olup biterken siz ilk
derece mahkemesinin hukuksuzca verdiği cezayı çoktan yatmış bitirmiş oluyorsunuz,
ama buna rağmen tahliye edilmiyorsunuz. Gerekçe Yargıtay kararının bulunduğunuz
ceza evine gelmemiş olması. Koca koca binalara taşınan, türlü şovlarla açılışı
yapılan yüksek mahkemenin bir noter gibi onadığı kararın, gelir gelmez tahliye
olmanız gereken kararın, tutulduğunuz zindana ulaşması bile altı ay sürüyor.
Gösterişli binalarına rağmen en ilkel bir çağ vicdanıyla yürüyen işlerin tanığı
ve mağduru olarak yaşıyorsunuz. “
Çıktığımdan
beri etrafımdaki insanlar bir şey yazma memlekette hukuk yok bak bir daha alır
götürürler diyor. İnsanların yüzlerinde, içlerinde bir korku… Sevdiklerinin
alınıp götürüleceği korkusu… 1710 günlük bir esaretten sonra sadece merhaba
diyecektim. Gökyüzüne, bulutlara, ağaçlara, yeşile, dümdüz bir yola, toprağa,
kitaplarıma, akıp giden hayata bir merhaba diyecektim sadece ama yazı elimde
olmadan uzadı. Yukarıda ikinci çoğul şahsın ağzından cümleler belki birazcık
empati nedeni olur. Hapishane tuhaf bir yer doğrusu kimisi korkular
biriktiriyor, kimisi de tüm korkularından, yüklerinden sıyrılıyor. Ben ikinci
gruptayım galiba. Hapishaneyle insanların fikirlerine, özgürlük düşüncelerine,
inançlarına hükmedebileceklerini zannedenler büyük bir yanılgının içinde.
Bizi
mapushanelere tıkıp çağı anlamamıza, çağın acılarına tanık olmamıza vesile
olan, gerçek dostlarımızla etrafımızdaki kalabalığı ayırt etmemizi sağlayanlara
da teşekkürler.
Öyle ya da
böyle başlayan bitiyor ve kadim kural öldürmeyen güçlendiriyor.
Dışarı
çıktım.
Aşılmayan
duvarlar, demir kapılar yok burada; ama insanların özgürlükleri hukuksuzca gasp
edilmişken, hala masum insanlar memleket hapishanelerindeyken özgür olduğumu
söyleyemem. Annesiz babasız bırakılmış çocukların tez zamanda annelerine babalarına
kavuşmalarını, hukuksuzlukların ve bu korkunç nefretin artık bir son bulmasını
diliyorum.
Bu süreçte
bizi yalnız bırakmayan dostlara; aradaki türlü engellere ve mesafelere rağmen
yanımızda olan mektubunu esirgemeyen başta Willi, Barbara, Moreau, Feong’a;
Fransa ve Almanya’daki dostlara, düşünce kuruluşlarına; sayın Gergerlioğlu’na, sayın Tanrıkulu’na; mektup yazan, selam gönderen, hayır
dua eden tüm dostlara sonsuz teşekkürler.
21.
yüzyılda hala adaletsizliğe karşı mücadele etmek üzücü…
Fakat tüm acılara rağmen umutsuzluğa asla yer yok.
Işık daima karanlığa üstün gelmiştir. Bu böyledir.
1710 günün
ardından yeni bir başlangıçla, yeniden MERHABA!
Asıl hikâye
şimdi başlıyor…