Kategoriler

14 Ekim 2020 Çarşamba

EYLÜLÜ BEKLE

 

EYLÜLÜ BEKLE

              Ölümün gölgesinde bir sonbahardı mevsim.

              Son telefon görüşmesinde ‘Eylülü bekle’’ demişti karısına Cengiz öğretmen. İşte eylül geldi ve yapraklar yerine insanlar düştü toprağa.

              Son kapalı görüşümüzden sonra Mustafa’yla dört duvarın ortasında beton avluda oturmuştuk. Bir camın ardından da olsa ailelerimizi görmüştük, mutlu olmamız gerekiyordu. Mustafa’nın gözleri doluydu, ne olduğunu sorduğumda ‘abim’ demişti konuşamamıştı. Mustafa’nın abisi de bizim gibi tutukluydu. Bir başka cezaevinde beyin kanaması geçirip hastaneye kaldırıldığını yoğun bakımda olduğunu öğrenmiştik.

              Kapalı görüşün üzerinden bir hafta bile geçmedi. Üzerimizde bir ölüm sessizliği bekledik. Hapishaneye yolu düşenler şunu iyi bilir ki, hapishanede hasta olmak, ciddi bir rahatsızlık geçirmek ölüme biraz daha yakın olmak demek. Çünkü sonraki süreç; daha çok tecrit, açılmayan kapılar, yaklaşan ölüm..

              Bu satırları size 45 aydır tutuklu bulunan bir gazeteci olarak yazıyorum. Her şey insanı terk edebilir, ama göz göze geldiğiniz acılar asla..

              Adıyamanlı öğretmen bir babanın çocukları olarak, Mustafa ve abisi de öğretmen olmuşlardı. Mustafa yine kendisi gibi öğretmen olan eşiyle tutuklanmıştı. Eşi bir yıl sonra bırakılmıştı. Fakat ailede tutuklananlar sadece Mustafa ve eşi değildi. Önce yengesi Hatice öğretmeni tutukladılar, 16 ay sonra serbest bıraktılar. Ama çok geçmeden abisi Cengiz öğretmeni tutukladılar.

              Cengiz Karakurt 41 yaşındaydı. Öğretmendi. 15 Temmuz'dan sonra başlayan cadı avında yaşamı alt üst edilen kişilerden biriydi. İki çocuk babasıydı. Tutuklandığında kızı Behice 5, oğlu Celalettin 11 yaşındaydı. Eşi Hatice öğretmen ondan önce tutuklanmış 6 yıl 3 ay ceza verilerek tahliye edilmişti. Ortada bir yuvaları bile kalmamıştı. ‘Eşyalarını ablamın evimin bir odasına koyup kilitlemişlerdi.’’ diyor Mustafa.  ‘’Ayrı illerde ayrı hapishanelerde olduğumuz için yıllardır birbirimizi görmüyorduk. Telefonla görüşürsek çocuklarımızı arayamıyorduk. Bu yüzden telefonla da görüşemedik. Keşke son mektubunu bu kadar bekletmeseydim, hemen cevap yazsaydım.’’ diyor ardından.

              Cengiz öğretmenin kalp rahatsızlığı vardı. Daha önce geçirdiği ameliyatlarda kalp kapakçıkları değişmişti. Düzenli olarak doktor kontrolünden geçmesi ve ilaç kullanması gerekiyordu. Ancak raporları olmasına rağmen, muayeneye bile gerek duyulmadan cezaevinde yatabilir denilerek tutuklanmıştı.

              Son telefon görüşmelerinin birinde eşi Hatice öğretmen ‘artık gelmeni bekliyoruz, geldiğinde yeniden kuracağız yuvamızı’’ demişti. Cengiz öğretmene malum mu olmuştu olacaklar bilmiyorum ama ‘’Boşuna hayal kurma, Eylülü bekle! Eylülde kurtulacağım.’’ demişti. Eylülde yaprakların sararmaya yüz tuttuğu, toprağa kavuştuğu bir mevsimde kurtulmak…

              Korona salgınıyla beraber cezaevlerinde revire çıkmak bile çok zor. Acil ilaçlar dilekçeyle doktora görünmeden talep ediliyor. Doktor muayenesine çıkmak, hastaneye gitmek için çok acil bir durum olması gerekli. Cengiz öğretmen Siirt E tipi cezaevinde koğuşunda kaldırıldığı için hastaneye kaldırıyorlar. Hastanede kalp rahatsızlığına bir de zatürre ekleniyor. Cezaevi dönüşünde 14 günlük karantinaya alınıyor. Ancak bu karantina revir koşullarında bir hastaya uygun bir ortamda değil en ağır hapishane koşullarının olduğu hücrelerde uygulanıyor. Benim de yolum daha önce bir hücreden geçtiği için biliyorum. 2 metrekarelik bir alandan biraz daha geniş, bir mezardan hallice. Henüz yaşayan birinin diri diri mezara gömüldüğü yer. Beton bir avluya bakan pencerelere demir parmaklıkların yanı sıra içinden ancak bir kalemin geçebileceği genişlikte delikleri olan tel örgüler takılmış. Cengiz öğretmen karantina sürecinde tekrar fenalaşıp hastaneye kaldırılıyor. Dönüşte hücrede geçirdiği Allah’tan başka kimseye sesini duyuramayacağı karantina sürecine 14 gün daha ekleniyor.

              Gardiyanlar 14 Eylül günü sabah sayımında henüz hücre kapısından içeri girdiklerinde Cengiz öğretmeni yerde baygın buluyorlar. Hastaneye kaldırılıyor. Ailesi ise bir gün sonra, telefon görüşü gününde aramadığı için cezaevini arayarak hastaneye kaldırıldığını öğreniyor. Haberi alır almaz Diyarbakır’da olan baldızı, Siirt’te kaldırıldığı hastaneye gidiyor. Manzara vahim. Cengiz öğretmen hala etrafında jandarmalar acil serviste bekletiliyor. Apar topar özel bir hastaneye kaldırıyorlar. Teşhis, beyin kanaması!

              Cengiz öğretmen henüz onaylanmış bir cezası bile olmadan, sağlık raporları olduğu halde hapishanede tutulan hasta ve bakıma ihtiyacı olan tutuklulardan biriydi. Kaldırıldığı hastanede muhtemelen yaşama döndürülemeyeceği anlaşıldıktan sonra apar topar tahliye edildi. Komada kaldığı 8 günün ardından 22 Eylül tarihinde vefat etti. Kendi ifadesiyle kurtuldu. Geriye aynı koğuşta kaldığımız Mustafa’ya yazdığı son mektubu kaldı. Mektupta bir fotoğrafta aylar önce bir hapishane açık görüşünde iki çocuğunun arasında duruyor. Behice ve Celallettin de babaları tutuklandıktan sonra 3 yaş daha büyüdüler. Bu acı ölüm haberinden sonra çok daha büyümüş olmalılar.

    Son mektubunda kardeşi Mustafa’ya şöyle diyordu:

              ‘’…. Moralim yerinde daha önce yengen içerdeyken, çocuklar için üzülüyordum. Şimdi çok şükür anneleri çocuklarının yanında. Bu yüzden rahatım. Bir de yengen 16 ay yattıktan sonra ben girmeseydim içime dert olurdu. Allah’tan hayırlısını diliyorum. Beşer zulmeder, kader adalet eder. Önemli olan bizim kendi muhasebemizi yapmamız..’’

              Cengiz öğretmen yaklaşık 3 yıl kalabalık koğuşlarda, ıssız hücrelerde, hasta haliyle uzun uzun yaptı. ‘’Eylülde kurtuldu.’’ Ama kalanlar için hayat kolay olmayacak. 6 yıl 3 ay ceza verilen eşinin dosyası Yargıtay’da. Dosya onanırsa yetim kalan çocuklar yine annesiz kalacaklar.

              Bir hapishane köşesindeyiz. Mustafa abisini anlatırken gözleri doluyor. Ona belli etmeden anlattıklarını okuduğum kitabın arasına ufak tefek notlar olarak yazıyorum. Hitler ve Stalin totalitarizmine karşı yazılmış metinlerden oluşan Czeslaw Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl’ının arasına. Bu bir tesadüf olabilir mi? Totalitarizmin ilk örneklerinden çok mu farklı şimdi?

              Dünden bugüne ne değişti?

              Tutsak edilmiş akıl, tutsak edilmiş insan, tutsak edilmiş masumiyet.. Tutsak edilmiş vicdan..

              Tüm bu yazılanlar ne işe yarayacak bilmiyorum. Belki, belki, belki, hala aralarda bir yerlerde sönmemiş bir vicdan vardır. Sevdiğim bir yazarın dediği gibi, ‘’ Bu lanet olası iş bittiğinde, son ateşler söndüğünde, nefretler yorgun düştüğünde, hatta bellek uykuya daldığında, çekilen acılar uzakmış gibi göründüğünde … ‘Belki…


Hamza GÜNERİGÖK

Eylül/ 2020 

Osmaniye 1 nolu T tipi kapalı cezaevi 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder